Sonsuza Giden Şiir
A.Arif’in anısına
Yıllar önce bazı duyarlıklarımı
öyküleştirmeye çalıştığım bir çalışmamda, öykünün yol gösterici elemanı olarak
A.Arif’in SUSKUN şiirini kullanmıştım.
“En uzak adsız ve kimselersiz,
O yitik yıldızda duyuyor musun?
Bir stradivarius inler kendi kendine
Yayı, reçinesi, köprüsü yeşil,
Önce bendim diyor ve sonra benim...
Ölümsüz, güzel ve çetin
Ezgisidir dolaşan bütün evreni,
Bilinen bilinmeyen ıssızlıktan,
Canımı tüylerimi sarmada şimdi
Kendi rüzgarı ile vurgun...
Sarıyor yeşil
Yivlerinden yeşil güller fışkırmış,
Susmuş bütün namlular
Susmuş dağ,
Susmuş deniz.
Dünya mışıl mışıl.
Uykular derin
Yılan su getirir yavru serçeye
Kısır kadın maviş kız doğurmuş
Memeleri bereketli ve serin...
Sağıyor yeşil”
Evet, şiiri o zamanlarda sezmiş, imgelerinin
ve gizemli yapısının benim öyküme ışık tutabileceğini hissetmiş ve
kullanmıştım. Anlamını araştırmaya gerek de duymamıştım. Anlatmaya çalıştığımla
örtüştüğünü hissetmiştim, bu da yeterli
idi. Duyumu entelektüelize etmenin yararı ne olurdu ki.
Aradan on yıllar geçti. Banu’yu tanıdım, onun
yaşam macerasının bir kısmının şahidi oldum. Banu yoga yaptı, psikodrama yaptı,
okullara gitti, Hindistan’da çile odalarında çile doldurdu. sonunda NLP dedi.
NLP anlaşılması çok zor konu. Aynen zeka
gibi, kendisini meyvelerinden tanıyorsunuz, sizin üzerinizde iyileştirici,
sağaltıcı etkilerini alıyorsunuz, hissediyorsunuz; ama buna tam bir açıklama
getiremiyorsunuz. Kavramın yaratıcılarının ki -eski hippi 2 bilim adamı (John
Grinder ve (matematikçi ve Gestalt terapist) Richard Bandler) tarafından
Amerika’da oluşturuldu- kim olduklarını bilmezseniz şarlatanlıkla bile
suçlayabilirsiniz.
Sonra bir günü Banu’nun yaptığı işin çok
önemli olduğuna aydım. Bu önemin ilk bakışta kavranamamasının ana nedeninin
bizim insan tanımımızla ilgili ön yargılarımız olduğunu sezdim. Evet hepimiz
değilse bile çoğumuz beynimizi varlığımızın temel taşı olarak alırız, ama
kendimizi bir bütün olarak ele alma eğilimimizden dolayı sinir, beslenme, üreme
ve diğer sistemleri bir bütün halinde, birbirine geçmiş, birbirine hizmet eder
olarak düşünürüz. Ki bu bizzat tekil varlığımız için doğrudur da. Kim hangi
organını, hangisinden daha değersiz olarak yorumlayabilir ki.
Ancak, bu sistemlerin içinde iki tanesi
harikulade olarak müstesna bir yerde durmaktadır. Bunlardan biri sinir sistemi
diğeri onun mükemmel ortağı olarak ve ondan bağımsız olarak endokrin sistemi
(bez sistemleri). Yoga aynı zamanda
endokrin sisteminin düzenli ve verimli çalışmasını sağlamayı da hedefler. Keza
Tantra’da çok spekülatif bir kavram olmasına rağmen, sinir sistemi
fonksiyonları ile ilgilidir.
Konumuza bağlı kalmaya çalışarak şöyle
diyebiliriz: Bir bütün olarak ele alındığında, Genel olarak periferisi de dahil
olarak sinir sistemi, diğer yandan boyun ve omuriliğinden oluşan salt Santral
Sinir Sistemi (SSS), hem canlının evriminde, hem de Homo Erektusun gelişiminde
en önemli tanımlayıcı gösterge olarak, bağımsız ve diğer sistemlerle işbirliği
halinde olarak, hem en erken olarak, hem de en önemli olarak var olmuştur.
Meraklısının günümüzde kolayca ulaşabileceği
bilgiler ile yazıyı boğmak istememe rağmen, Sayın
Prof. Dr. Mehmet Recep Doksat’ın izni ile, milyar yıl önceden
denizlerin zarif süslerini oluşturmaya başlayan mercanların adaleyle nöron
(sinir hücresi) arasında bir hücre yapılarının ve çeşitli reseptörlerinin
olduğunu, 700 milyon sene önce süngerlerin evrimleştiğine ve 50 milyon sene
zarfında (650 milyon sene kadar önce) nöronun ortaya çıktığını, düz
solucanlarda ilkel fotosesitivitenin, 600 milyon sene önce de ilkel beyinler
gibi fonksiyon gösteren gangliyonlar ve yumuşak vücutlu omurgalıların, 500
milyon sene önce ilk omurgalılar, zırhlı balıklar ve ilkel beyin loblarının
geliştiğini, ilkel beyin diyebileceğimiz talamus da 500 milyon sene önce evrimleştiğini,
460 milyon sene önce ilk kara hayvanları zuhur ettiğini, evrim ilerledikçe
heyecanî, mistik ve artistik her türlü uç yaşantıların âdeta merkezi olacak
amigdala denen beyin çekirdeğinin bu dönemde ortaya çıktığını hatırlatmak
isterim.
175 milyon sene önce dinozorlardan kuşlar
evrimleşti, 150 milyon sene önce ilk memeliler ortaya çıktı, beraberlerinde
beynin en mütekâmil tabakası olan neokorteksi de getirdiler. 100 ilâ 70 milyon
sene önce ilk primatlar tekâmül etti. 50 milyon sene önce oksipital ve temporal
loblar müthiş gelişme gösterdi. Bizim de atamız olan ilk proto-primatlar 45-50
milyon sene önce zuhur etti ve böcek yiyen, fareye benzer yaratıklardı. 40
milyon sene önce Afrika’da ilk maymunlar ortaya çıktı ve ağaçlardan karalara
inip yaşamaya intibak gerçekleşti. 5-10 milyon sene önce hominidler
(insanımsılar) tekâmül etti. Afrika’da, yaklaşık 2.5 milyon sene önce dik
olarak ayakta duran ve âlet kullanan insanımsıların bulunduğuna delâlet eden
kalıntılar bulunmuştur. Gürcistan’da 1.8 milyon, İspanya'da 1 milyon,
Almanya'da 600 bin sene öncesine ait insanımsı kalıntıları bulunmuştur.
Bunların kemik, kafatası ve çene yapıları da farklıdır. Zamanla insanın
kafatasının yapısı beyzbol topuna benzemekten çıkıp futbol topununkine
benzemiştir. 3-5 milyon sene önce Australopithecus türleri dünyanın çeşitli bölgelerinde ortaya çıktılar. 2-3 milyon
sene önce homo habilis (elli adam) evrimleşti, homo erektus (ayakta duran adam)
ve Cro-Magnon adamlarında başparmak iyice tekâmül etti. Homo erektus Afrika ve
Avrasya’da 300 bin sene öncesine kadar yaşamıştır, bu türün tâ 500 bin sene
önce ateşi kullanmayı keşfettiği, kozmetik ve artistik amaçlı madde kullanımını
gerçekleştirdiği bilinmektedir. 200 bin sene önce homo sapiens (farkında olan
adam) evrimleşti, homo sapiens sapiens (farkında olduğunu farkında olan adam)
ise 50 ilâ 40 bin sene önce evrimleşti. 34-30 bin sene kadar önce Cro-Magnon ve
Neanderthals adamları iyice gelişti, 25 bin sene kadar önce frontal lob (beynin
alın kısmı) bu günkü haline doğru tekâmül etti.
Şimdi denilebilir ki bütün bunlardan NLP’ye
ne?
Bize hayatta her şeyi öğretirler, her şeyi.
Fakat kendi sinir sistemimize geldiği zaman, otonom derler, mantık derler,
düşünce derler, bunun terbiyesinin olamayacağını anlatmak isterler. Öğretici de
netice de bir insandır. Kendisinin denemediği, başarmadığı bir yolu nasıl
olurda, başkalarına önerebilir, bu kendi varlığının toptan inkarı anlamına
gelmez mi? Hadi önerdi diyelim, sormazlar mı ona, hadi öğret diye, müfredatı
nerede bunun diye. İşte NLP bu noktada, elde edilmesi gereken, uzak bir yıldız
gibi durmaktadır. Oradadır ve vardır. Orası hakkında bilgilerimiz muhtemel ki
çok değil. Olanların da bir kısmının önemini kavramakta engelli olabiliriz.
Ancak unutulmaması gereken nokta insan ruhunda sağlanabilecek çok küçük
değişikliklerin bile çok büyük enerjileri açığa çıkartacağıdır. Bugünkü küçük
bir adım, yarınki çok büyük hamlelerin öncüsü olabilir.
Nörolojik psikolojinin bize öğrettiği bazı
gerçekler vardır. Bunlardan biri bilişin, çevrede varolan uyaranların
algılanması ve işlenmesinden oluşan ilk aşamasında bile, insanın çevresini
algılama düzeyi, kendi duyusal yetersizlikleri ve sahip olduğu önyargılar
tarafından sınırlanmıştır.
Periferik sinir sistemimiz ve duysal
almaçlarımız bir yandan çevremizi tanımamızın kaynağı olarak bize mümkün olan
her türlü bilme, tanıma ve giderek farkına varma ve sonunda da Yaşam dediğimiz
(büyük harfle yazılan) olanağı sağlarken, diğer yandan da bin yıllar boyu
beynimizde, bilinçaltımızda birikmiş korkuların tetikleyicisi olur. Duyularımız bir elden bize Yaşamı sunarken,
diğer eliyle de geri çeker onu.
Artık varmış olduğumuz çağı yeraltından akan
ırmağa göre adlandırmak gerekirse onu korkuların aşılma çağı olarak
tanımlayabiliriz.
Bir gün uzaya tam anlamı ile açılmak
istiyorsak şaşmaz bir bilinçle, kendisini kendisinden soyutlamış, iç ve dış
bilgilerinin mükemmel uyumunu yakalamış kaptanlara ihtiyacımız var. İşte NLP
tam burada, mükemmel değil, yetkin insana giden yol üzerinde parlamaktadır.
Bütün bunların ötesinde çok uzun süreli uzay
yolculukları sonunda diğer yıldızlarda yaşayanlara gerçekten kendimiz olan bir
hediye vermek istersek bu sinir sistemleri ve beynimizin elektronik, kimyasal
yapay sistemlerle uyumlu olarak çalıştığı sibernetik organizmadan başka ne olabilir
ki.
Tekrar A.Arif’in şiirine dönersek, yayı,
reçinesi, köprüsü yeşil olanın ne olduğunu biliyorum artık.
Şiirini, şairin mısralarından hareketle biraz
değiştirerek sona erdiriyorum.
Nasılda milyonlarca yılı buldu
bir mısra boyu maceram,
Şimdi sonsuza
giden bir uzay gemisinde,
Geçmişi
aramaya gidiyorum.
Bu anlatının burada bitmiş olması
gerekiyordu, ben de öyle düşündüm bir süre. Ancak Emine’den gelen bir telefon mesajı
üzerine can alıcı noktayı atlamış olduğuma uyandım. Mesaj’da Emine “Okuldaki
psikoloji notlarımı çıkarttım. Kitabın birinin üzerine “Pyche is decentered,
because language is decentered” yazmışım” diyordu. Ben bunu “Ruh ekseninden
kaymıştır, çünkü dil ekseninden kaymıştır” diye Türkçeleştirmek isterim. İşte NLP,
ruhu eksenine, ancak eksenine oturmuş bir dilin, kavuşturabileceğini bilir.
Son bir nokta daha kalıyor ki, kısır kadının
maviş bebeğinin kime emanet olduğu. Halbuki bana bunu yıllar önce Banu öğretmişti.
Doğan Özkan, İstanbul 14.03.2006